En umutsuz ve karanlık günlerimde, rahmetli annem derdi
ki: "Ah oğlum! Dert gezmiş, derman peşinde gezermiş."
Bu yazı, boş hayallere dalmak, iyimserlik şirinliği yapmak için yazılmadı. Tam tersine, yaşadıkça, öğrendikçe evrende ne kadar az şey bildiğimizi idrak etmek ve düşünmeye övgü için yazılmıştır.
Önce bir Lokman Hekim efsanesi:
Lokman Hekim'le ilgili olarak anlatılan efsanelerden bir
tanesi de şöyledir:
Lokman Hekim doktor ve eczacıymış. Dükkânında her türlü
hastalığın devası olan ilaçlar varmış. Hastalar içeri girdiklerinde,
hastalıklarına iyi gelecek olan ilaç şişesi sallanırmış. Bir gün içeri birisi
girmiş. Ancak hiçbir şişe sallanmamış. Lokman Hekim bunun üzerine:
"Senin hastalığının çaresi yok, öleceksin"
demiş.
Adam ölümden kurtuluşun olmadığını öğrenince çok üzülmüş.
Her şeyini satmış. Yanına bir at, tüfek ve av köpeği alarak dağlara çıkmış.
Vurduğu hayvanları yiyip, yörüklerden yoğurt, süt alarak yaşıyormuş. Bu arada
hastalığı da iyice artmış.
Bir ağacın altına gelmiş. Atını bağlayıp köskelmiş. O
sırada bir yörük kadını, bir tas sütü saylığa koymuş. Yılanların sütü
sevdikleri bilinir. Tasa yaklaşan bir yılan sütü içmiş, sonra da zehrini süte
kusmuş. Tas yemyeşil olmuş.
Ağrıları iyice artan adam: "Gidip şu zehri içeyim de
ölüp kurtulayım" diyerek zehirli sütü içmiş. Bir süre sonra ishal olmuş ve
kusmaya başlamış. Ancak oldukça hafiflediğini hissediyormuş. Ölmek için içtiği
zehirden sonra daha iyi olduğunu görmüş. Gün geçtikçe iyileşmiş ve hastalığı
tamamen geçmiş. Lokman Hekim'e gidip: "Sen bana öleceğimi söylemiştin. Ama
hala ölmedim" demiş.
Bunun üzerine Lokman: "Ben sana ala ineğin sütünü
nereden bulayım, sütü yılana içirip, nasıl tasa kusturayım. Hastalığının çaresi
vardı ama bu ilacı temin etmek çok zor olduğu için öyle dedim" diye cevap
vermiş.
O gün bu gündür tas ve yılanın eczacılık ve tıp biliminin
simgesi olması, halk tarafından Lokman Hekim'e dayandırılır.
Kaynak: Şahmeran, Lokman Hekim ve Adana Efsaneleri, Yrd.Doç.Dr.
Refiye Şenesen
***
“ALS HASTALIĞI İYİLEŞİR Mİ? GERÇEKTEN GERİ DÖNÜŞÜ OLABİLİR Mİ?” başlıklı yazıda Dr Richard Bedlack ve iyileşmiş 48 ALS vakası hakkında yorumlarını aktardım.
Dr Richard Bedlack, ALS hastası olup da, ALS den tamamen kurtulduğunu iddia eden kişilerin bütün geçmişini, teşhis raporlarını, içeren dosyaları inceliyor. Kişilerin diğer hastalardan olan farkları konusunda bir yorum yok fakat, enteresan saptamalar var. Örneğin 48 hastadan 8’i curcumin (Zerdeçal) kullanmış, ALS den kurtulan hastaların yüzde 10 kalıtımsal genetik mutasyonu olan kişiler, yüzde 90 ise sporadik ALS hastası olan kişiler. Hastaların da yüzde 10 kadarı fALS, yüzde 90 sALS. Yani ALS reversal da da bu oran değişmemiş. (özet için Emel hanıma teşekkürler) Yazının orijinal kaynağı https://mndresearch.blog/2020/09/30/als-reversals-do-they-exist/
Lokman hekim, Hipokrat, Şamanizm, ezoterik yazıtlardan
anladığımız kadarıyla ölümsüzlük teması her zaman en çok dikkati çeken husus
olmuştur. Daha sonra şifa bulmayan, onmaz hastalıklar, bu hastalıklardan
muzdarip insanların şifa arayışları ile "iyileşme” konusu günümüze kadar
gelmiştir.
Dünya Sağlık Örgütü anayasasında sağlık şöyle tanımlanmıştır: “Sağlık sadece hastalık ve sakatlığın olmayışı değil, bedence, ruhça ve sosyal yönden tam iyilik halidir.” Bu tanımda bedence ve ruhça iyilik hali sağlığın bilinen yönüdür. “Sosyal yönden tam iyilik hali” yeni ve açıklanması gereken bir kavramdır. Bu kavramı açıklayabilmek için sağlığın sadece kişisel bir olgu olmadığını, toplumsal yönünün de bulunduğunu belirtmek gerekir. Kişinin sosyal yönden tam iyilik halinde olmasının ön koşulu sosyal yaşantısının sağlıklı olmasıdır. Çalışma ve yaşam güvenliğinin sağlanamadığı, iş bulma olasılığının bulunmadığı, gelir dağılım dengesizliğinin yarattığı huzursuzluğun giderilemediği toplumlarda kişinin tam iyilik halinde olması olanaksızdır.
Bu konuda açıklanması gereken bir diğer nokta, hastalık tanımıdır. Hastalık sözcüğünün anlamı hekim ve hekim olmayanlar için birbirinden farklıdır. Hekimler hastalığı şöyle tanımlar: “Doku ve hücrelerde normal dışı yapısal ve işlevsel (fonksiyonel) değişikliklerin doğurduğu haldir.” Hekim olmayanlar için sözcüğün anlamı kişinin kültürüne bağımlıdır. Kişinin sağlık kültür düzeyi yükseldikçe tanım hekimin tanımına yaklaşır. Genellikle kişi hastalık belirtileri çalışmasını önleyecek düzeye çıkarsa kendini hasta sayar. Sosyal bilimciler bunu şöyle belirtir. “Kişi kendisinden beklenen sosyal rolü yapamadığı zaman hasta sayılır.” Örneğin; bir kişi öksürüyorsa, hekime göre o kişi hastadır. Öksürme kişinin çalışmasını önlemiyorsa, kişi kendisini hasta saymaz. Boynunda sert, çevresine yapışık ve ağrısız bir beze olan kişi kendisinin bir sağlık sorunu olduğunu düşünmeyebilir. Buna karşın bu kişi akciğer kanserine yakalanmış ve birkaç ay içinde ölecek bir hasta olabilir. (https://www.ttb.org.tr/n_fisek/kitap_1/33.html )
Hastalık/sağlık dengesine evrimsel biyoloji penceresinden baktığımızda gördüğümüz manzara ise şöyle:
Doğada hiçbir şey, bir an önce olduğuyla tıpatıp aynı
değildir. Her şey, atomik düzeyden astronomik boyutlara kadar her şey evrim
geçirir, değişir. Buna, hastalıklara sebep olan mikroorganizmalar ile
hastalıkların kurbanı olan organizmalar da dahildir. İkisi de sürekli ve
karşılıklı olarak evrim geçirirler, değişirler ve gelişirler. İşte bu evrimin
anlaşılması, bizlerin hastalıklara karşı açtığımız savaşı yenmemizde çok önemli
bir anahtar görevi görebilir, görmektedir de. Evrimsel süreç, akıl almaz uzun
bir süreçtir. Yüzbinlerce, milyonlarca yıl gibi uzun sürede ortaya çıkmaktadır.
Öte yandan Epigenetik bilim dalı, çok uzun evrimsel süreçler dışında canlılarda genetik ötesinde bazı değişimler olabileceğini göstermektedir. Epigenetik, biyolojide, DNA dizisindeki değişikliklerden kaynaklanmayan, ama aynı zamanda ırsi olan, gen ifadesi değişikliklerini inceleyen bilim dalıdır. Diğer bir deyişle, ırsi (kalıtımsal) olup genetik olmayan fenotipik varyasyonları incelemektedir. Bu değişiklikler hücreyi ya da organizmayı doğrudan etkilemektedir ancak, DNA dizisinde hiçbir değişiklik gerçekleşmemektedir.
ALS hastalığı ile yaşamak, başlı başına bir yolculuk. Zor, kılavuzu olmayan, sürprizlerle dolu bir yolculuk. Aslında yaşam da öyle değil mi? Herkes payına düşeni alıyor bu yaşamdan. Her insanın ruhsal, bedensel yolculuğu farklı.
Öte yandan hayat bildiği gibi akıyor. Bizler en ağır darbeyi alırken, yaşam bizim etrafımızda dönmüyor. Bizler onun akışına ayak uydurmak zorundayız. Yoksa kaybolur gideriz.
Ben şuna inanıyorum. Daha doğrusu böylece aklım eriyor.
6,5 milyar yaşındaki Dünya gezegeni öyle ya da böyle kalacak, canlılar
değişip dönüşecek.
Kendi yarattığımız dünya bizi bir elek gibi eleyecek.
Dinozorlar döneminin bir gök taşı ile kapandığını yok sayamayız.
Milyonlarca yıldır evrende yolculuk yaptığımızı göz ardı edemeyiz.
Dünyada bulunan elementlerin, fiziksel koşulların, kozmik ışınların DNA
yapısını değiştirdiğini unutamayız.
Büyük göçleri, insan ırklarının birbiriyle karışmasını, yeni nesillere
genetik bilginin aktarıldığını görmezden gelemeyiz.
Dünya savaşlarında atmosferi, çevreyi, yaşam alanlarını mahvettiğimiz
gerçeğini unutamayız.
Hiroşima’ya atom bombası atılmamış gibi yapamayız.
Çernobil’den, Fukushima’dan ve bilmediğimiz kaynaklardan gelen radyasyon
yokmuş gibi davranamayız.
Dünyada insanın, yine insana yaptığı eziyetleri yok sayamayız.
Genetiği değiştirilmiş ürünleri yok sayamayız.
Bunların hepsi genlerimize işleniyor.
Sadece biyolojik olaylar değil, sosyal olayların getirdiği yükler de
genlerimize işleniyor.
Kimisi her şeyi Allaha havale ediyor.
Kimisi her şeyin Allahtan olduğuna inanıyor.
Kimisi Allahtan özel imtiyazlı olduğunu düşünüyor.
Kimisinin Allah’tan haberi yok.
Allah adına insana eziyeti yapanlar da var.
Allah adına insanlar kandırılmamış gibi yapamayız.
İşte bütün bunlar DNA diziliminde kaydediliyor, işleniyor.
Allah, İlah, Rab, God, Tengri, Dio kısacası yaradan (inanıyorsanız) sistemini
öyle ustalıkla kurmuş ki evrende her varlık kendisini mükemmelleştirmek için
her yolu deneyecek.
Kimisi buna amel defteri diyor, kimisi imtihan... Kimisi evrim diyor.
Kemik suyu, zencefil, nane, limon, zeytinyağı, peynir suyu vs. hepsi çok değerli ve bu yolculukta gerekiyor.
Ama sadece teselli ikramiyesi bunlar...
Biliyor musunuz canlı neden ölmek zorunda?
Neden insanlar ölümsüzlük peşinde?
ALS- hastalığına çare bulmak, bir anlamda yaşlanmaya çare bulmak, belki de ölümsüzlüğün
sırrını anlamaktır.
Böyle bir sır insana verilebilir mi? Filozoflar düşünedursun…
Hücre ölümü (apoptosis) evrenin tek gerçeği... Yıldızlar da ölüyor…
Bir tedavi bulunmasını, eski günlerimizdeki gibi sağlıklı bir bedene sahip
olmayı çok istiyoruz. Bu da şifaya
dahil. Fakat, gerçekçi olmak gerekirse, 300.000 yıllık sırrı çözmek o kadar
kolay olmayacak gibi görünüyor.
Gerçek şifa ise sadece bedende şifa değil. “Ruh”un da şifa bulması önemli.
Hayata, yaşama, yaradılışa ve kendimize bakış açımız yeniden şekilleniyor.
Bu büyük bir fırsat ve belki de büyük bir misyon. Durumdan vazife çıkarmanın
tam zamanıdır.
Pek çok örnek var. Kendimizle (benliğimizle) uğraşmaktan vazgeçip büyük
resmi görmeliyiz.
Çoğumuz aynı soruyu soruyoruz: Neden ben?
Doğru yanıtı bulmak için önce doğru soruyu sormak gerekiyor.
Ne için ben?
Var olmanın bedeli var…
Düşündüğümüz kadar varız.
Beyin fırtınası yaratan ne muhteşem bir yazı. Dayanaklarınız çok güçlü. Olasılıkların bir bir ortaya çıkmasıyla her an her şey mümkün: Neden olmasın?
YanıtlaSilBilgilenmenin ötesinde evrenin sonsuzluğunda kayboldum bir an. Onun dahi sonsuz olup olmadığı konusunda soru işaretleriyle de doldum. 'Değişmeyen tek şey değişimin kendisi' sahiden de Alper hocam. Emeğinize sağlık diyorum. Selam ve saygılarımla...
Yorumunuz gerçekten mutlu etti. Yorumlar, zincirleme reaksiyonları başlatıyor, yüreklendiriyor. Teşekkür ederim. Selamlar
YanıtlaSil