Yasal Uyarı

Bu site, ALS hastalığı ile ilgili haber ve bilgilendirme sitesidir. Tıbbi tavsiye, teşhis veya tedavi yerine geçmez. Tıbbi bir durumla ilgili sorularınız için her zaman doktorunuzla görüşün. Dr. Alper Kaya

28 Şubat 2018 Çarşamba

Ayşe Arman'dan ALS için acı biber videosu

Muhteşemsin Ayşe Arman!




Ayşe Arman'a meydan okudum. Büyük bir tevazu ile kabul etti. Kendisine çok teşekkür ederim. Ayrıca bugün Hürriyet gazetesindeki köşesinde bir röportajımı yayınladı.

Ayşe Arman "acıyı hissetti" ve Ceyda Düvenci'yi "acıyı hissetmeye" çağırdı.ALS farkındalığı için, bu sefer acı biber yiyoruz. Şimdiden tüm dünyayı yakmaya başladı bile. Kampanyanın içeriği şu: “1 adet acı biber ye veya 100 lira ALS Derneği’ne bağış yap! 3 arkadaşına meydan oku, video çek, sosyal medyada paylaş. Hem ALS hastalarının yaşam kalitesinin yükseltilmesinde yardımın olsun hem de bu hastalığın duyurulmasında katkın olsun…”

Türkiye’de Yaklaşık 7 Milyon Kişi Nadir Hastalıklarla Mücadele Ediyor

Tüm dünyada nadir hastalıklar konusunda toplumda ve sağlık sektöründe farkındalığı ve bilgi düzeyini arttırmak.

Tüm dünyada nadir hastalıklar konusunda toplumda ve sağlık sektöründe farkındalığı ve bilgi düzeyini arttırmak, bu hastaların sorunlarına toplum ve karar verici otoriteler nezdinde dikkat çekmek için her yıl Şubat ayının son günü “Nadir Hastalıklar Günü” olarak kutlanıyor.

Abdi İbrahim Medikal Direktörlüğü de erken yaşlanma olarak bilinen Progeria, Alveoler Proteinozis, ALS olarak bilinen Amyotrofik Lateral Skleroz, Primer Pulmoner Hipertansiyon, Guillain-Barré Sendromu, Poliarteritis Nodoza (PAN), AIDS, Hemofili A ve B, Von Willebrand Hastalığı, Lenfoma, Fenilketonüri, Kistik Fibrozis, Kas Distrofileri olarak bilinen kas erimesi hastalığı, çeşitli depo ve enzim hastalıkları ve tekrarlayan ateş sendromları gibi ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren hastalıklara dikkat çekiyor.

Abdi İbrahim Medikal Direktörlüğü, her yıl Şubat ayının son gününün “Nadir Hastalıklar Günü” olarak kutlanması vesilesiyle ülkeden ülkeye değişik epidemiyolojik özellikler gösteren ve her ülke için önemli bir toplumsal sağlık sorunu oluşturan özel nitelikte tanı, tedavi ve izlem gerektiren hastalıklara dikkat çekiyor.

Yapılan açıklamada Progeria, Alveoler Proteinozis, ALS olarak bilinen Amyotrofik Lateral Skleroz, Primer Pulmoner Hipertansiyon, Guillain-Barré Sendromu, Poliarteritis Nodoza (PAN), AIDS, Hemofili A ve B, Von Willebrand Hastalığı, Lenfoma, Fenilketonüri, Kistik Fibrozis, Kas Distrofileri olarak bilinen kas erimesi hastalığı, çeşitli depo ve enzim hastalıkları ve tekrarlayan ateş sendromları gibi ülkeden ülkeye değişkenlik gösteren bu hastalıkların ayrı olarak ele alınması gerektiği vurgulanıyor.

Toplumda görülme sıklığı 1/2000’ den az olan hastalıklar ‘’Nadir Hastalıklar’’ olarak kabul edilmektedir. Tüm dünyada 250-350 milyon insanı etkileyen yaklaşık 6 bin ila 8 bin arasında değişen nadir hastalık bulunuyor.Türkiye’de yaklaşık 6 ila 7 milyon insanın nadir hastalıklara sahip olduğu biliniyor. Geçmişte nadir hastalıkların tanı, tetkik ve tedavi olanaklarının sınırlı olması dolayısıyla bu hastalıklar “yetim hastalıklar” olarak adlandırılıyordu.

Sağlık profesyonelleri ile birlikte hastaların çabalarıyla kurulan dernekler, farklı ülkelerde bu hastalıkların farkındalığının artmasını sağladı. Günümüzde uluslararası düzeyde faaliyet gösteren, bu nadir hastalıkların tanı, tetkik ve tedavisine hız kazandıran, uluslararası pek çok hasta derneği mevcut.Nadir hastalıklar herhangi bir veya genellikle birden fazla sistemi etkileyen oldukça heterojen bir grup. Hastalıkların yaklaşık yüzde 80’i genetik nedenlere bağlı iken, kalan yüzde 20’sinin nedeni ise çevresel ya da idiyopatik. Ciddi fiziksel ve mental bozukluklarla seyreden hastalıklar yaşam kalitesini olumsuz etkiler ve hastaların hayat beklentisi düşüktür.

Nadir hastalıklardan etkilenen hastalar, aynı zamanda psikolojik, sosyal, ekonomik ve kültürel açıdan daha zayıf durumdadır.Akraba evliliği nedeniyle genetik geçişli ve çekinik olarak kalıtılan birçok nadir hastalık Avrupa ve ABD’ye göre Türkiye’de daha çok görülüyor. Nadir hastalıklar için ilk zorluk teşhis aşamasında başlıyor. Nadir hastalıklara tanı konmasının güç olması nedeniyle, alanlarında uzmanlaşmış hekimlere, klinik merkezlere ve tanı laboratuvarlarına ihtiyaç bulunuyor. Bu hastalıkların tüm dünyada çok az sayıda insanda tanımlanmış olmasından dolayı, bu konuda deneyim sahibi hekim sayısı az.

NADİR HASTALIKLAR ARAŞTIRMA AĞI “ORPHANET”

Nadir Hastalıklar konusunda araştırma ağının geliştirilmesi büyük önem taşıyor. 2007 yılından bu yana Türkiye’den de erişimin olduğu Avrupa Komisyonu tarafından desteklenen, kar amacı gütmeyen, kurumsal ve uluslararası bir veri tabanı olan Orphanet, 6 ayrı dilde hizmet veriyor. Herkesin kullanımına açık olan Orphanet, nadir hastalıklar ve yetim ilaçlar üzerine büyük bir bilgi tabanı olmasının yanı sıra konusunda uzman hekim, klinik, laboratuvar, araştırmacı, hasta dernekleri ve ilaç sektörü üzerine geniş bir veri tabanı sunuyor.

Kaynak: Türkiye’de Yaklaşık 7 Milyon Kişi Nadir Hastalıklarla Mücadele Ediyor

26 Şubat 2018 Pazartesi

ALS için acıyı hisset kampanyası başlatıldı

ALS hastalığına dikkat çekmek için başlatılan #ALSPepperChallenge (#acıyıhisset) kampanyası dünyayı kasıp kavuruyor.

2014 yılının yaz aylarında Amerika'dan tüm dünyaya yayılan Buz kovası (icebucketchalleng) kampanyası ile ALS hastalığına dikkat çekilmişti. Türkiye’de de oldukça ilgi gören kampanya, pek çok ünlü ve gönüllünün desteği ile yüzlerde hastaya umut ışığı olmuştu.

Bugünlerde dünyada ALS hastaları için #ALSPepperChallenge (#acıyıhisset) kampanyası başlatıldı. ALS hastalığını yeniden gündeme getirilmeye çalışıldığı Hot pepper challenge for ALS” (ALS farkındalığı için acı biber kampanyası) dünyayı yakmaya başladı.

Kampanyanın içeriği; 1 adet acı biber (tamamını ye veya 100 tl ALS derneğine bağış yap) 3 arkadaşına meydan oku,Video çek, Sosyal medyada paylaş.



Biberin anavatanı ve yayılışı
Cristof Colomb ve arkadaşları Amerika'yı ilk keşfettiğinde burada karşılaştıkları ve çok acı mevyeleri olan bitkinin karabiber olduğu zannederek geldikleri yerin karabiber tarımının en yoğun yapıldığı Güney Hindistan olduğunu düşünmüşlerdi. Bu günden yaklaşık 500 yıl sonra araştırıcılar tarafından ortaya konan yeni bulgular ile keşfedilen yerin Amerika Kıtası, bitkinin ise bugün dünyanın birçok yerinde büyük miktarda yetiştiriciliği yapılan ve en çok kullanılan baharatlardan biri olan acı biber olduğu belirlenmiştir. Aslında Colomb sadece Amerika kıtasını değil aynı zamanda biberide keşfetmiştir. Nitekim tarihi belgeler eski dünyada herhangi bir şekilde kültürü yapılmayan biberin Amerika'nın 1492 yılında keşfinden sonra dünyaya yayıldığını göstermektedir. Biber Magnoliophyta bölümünde Magnoliopsida sınıfında, Solanales takımında, Capsicum türünü içerisinde bulunduran patlıcan, domates, petunya, patates ve tütünün yer aldığı Solanacea familyasında yer alır. Capsicum türlerinin gen merkezi Peru ve Venezuella'nın yer aldığı Orta Amerika'dır. Biberin orijininin Orta Amerika olduğu bilinmesine karşın yapılan taksonomik çalışmalar ile biber orijinlerinin türlere göre farklılık gösterdiği belirlenmiştir. Özellikle acı biberlerin Güney Brezilya ile Bolivya orijinli olduğu bildirilmektedir (McLeod et al. 1983; Pickersgill 1984). 

Tarihte ilk biber yetiştiriciliğinin M.Ö. 7500 yıllarında yapıldığı ve Amerika'da ilk yetiştirilen bitki türleri arasında yer aldığı, biber kültürünün Amerika'dan Avrupa'ya buradan ise Çin ve Hindistan'a hızlı bir şekilde yayıldığı bildirilmektedir. Ticari yetiştiriciliğinin 1600'lü yıllardan itibaren yapıldığı bildirilen biber (Dewitt and Gerlach 1990) bu tarihten sonra hızlı bir şekilde tüketim zincirindeki yerini almıştır. Çok geniş çeşitliliğe sahip olan Capsicum genusu içerisinde 20-25 arasında biber türü bulunmasına rağmen bunlardan sadece 5 tanesinin (C. annuum, C. baccatum, C. chinense, C. frutescens, C. pubencens) kültürü yapılmaktadır. 

Biberin Türkiye'ye Girişi ve Yayılışı 
Biberin ülkemize Avrupa ülkeleri ile kurulan ilişkiler ile girdiği düşünülmesine karşın yapılan son araştırmalarda farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Andrews (1999) Türkiye'ye biberin üç değişik noktadan girme ihtimali üzerinde dururken, bunlardan birincisinde biberin İspanya'dan deniz yolu ile Güney Afrika kıyılarından Hindistan'a ulaştığını buradan Asya kıtasına yayıldığını belirtirken Basra Körfezi veya Kızıldeniz yolu ile Suriye'ye buradan. Türkiye'ye girdiği düşünülmektedir. İkinci görüşe göre Amerika kıtasından İspanya'ya gelen biber, Fas üzerinden Mısır'a buradan İskenderun yolu ile İstanbul'a kadar ulaşmış, balkan ülkelerine hatta İtalya'ya İstanbul ile yapılan ticaret ile ulaştığı düşünülmektedir. Ayrıca Hindistan'dan Asya Kıtasına yayılan biberin, Afganistan ve İran üzerinden Türkiye'ye girdiği, buradan İstanbul'a ve bazı Doğu Avrupa ülkelerine yayıldığı diğer bir görüş olarak karşımıza çıkmaktadır. 

Bu üç görüşün ortak noktası ise biberin ülkemize 15-16. yy. arasında Osmanlı İmparatorluğu döneminde birçok ülke ile yapılan ticaret ile girdiği, hatta bazı tüccarlar tarafından kara bibere rakip olmak üzere birçok ülkeye pazarlandığı bildirilmektedir. Biber meyveleri sebze olarak değerlendirilmelerine karşın botanik olarak üzümsü bir meyvedir ve genellikle meyvenin kalite özelliklerine göre sınıflandırılır örneğin; acılık, renk, meyve kullanım şekli gibi. Meyve şekli yönünden türler arasında büyük farklılık bulunan biberde yaygın olarak ancho, dolma, jalepeno, pasilla, new mexican, yellow wax meyve tipleri taze ve gıda sanayinde işlenerek değerlendirilmektedir. Uzun yıllardan beri yetiştiriciliği yapılan biber ülkemiz toplam sebze üretim miktarı içerisinde önemli bir paya sahiptir. 2004 yılı verilerine göre 88.000 ha alanda 410.000 ton dolmalık 1.350.000 bin ton uzun sivri biber yetiştiriciliği yapıldığı bildirilmektedir. Biber üretim bölgelerinin başında gelen Ege, Marmara, Güney ve Güneydoğu Anadolu ve Karadeniz'de gelmektedir. Ege ve Marmara Bölgelerinde taze-sofralık veya gıda endüstrisinde farklı şekillerde işlenmek üzere biber yetiştiriciliği yapılırken, Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgelerinde özellikle toz ve pul biber üretimine yönelik biber üretimi yapılmaktadır. Akdeniz Bölgesi başta olmak üzere Ege, Marmara ve Karadeniz Bölgelerinde toplam üretimin %85'i gerçekleştirilmektedir. Üretimin büyük bir kısmı iç pazarda tüketilmekte az bir miktar (%2) ihraç edilmektedir. Biber yetiştiriciliği her yıl %4–10 arasında değişen oranlarda artarken toplam biber üretiminin %90'nı taze tüketim amacıyla geri kalan kısmı farklı şekillerde işlenerek değerlendirilmektedir. İşlenmiş ürünlerin başında salça, toz biber, dondurulmuş ve turşu yapılarak değerlendirme gelir. Meyve özellikleri bakımından büyük varyasyona sahip olan biber, meyve şekline göre değişik şekillerde tüketilmektedir (Şekil 1). Dolma biberler dolma yemeği yapımında kullanılırken California Wonder biberleri salatalarda, kalp şeklinde meyveleri bulunan biberler konserve veya dondurularak, konik biberler baharat yapımında veya taze tüketim amacıyla değerlendirilir. 
Farklı meyve şekillerine sahip acı biberler ülkelere ve tüketim alışkanlıklarına göre taze veya işlenerek değerlendirilmektedir. Ekonomik bakımdan önemli bir sebze olan biber biyolojik bakımdan da oldukça ilgi çekici özelliklere sahiptir. Meyvenin kuru maddesinde toplam protein ve şeker içeriğinin sırasıyla; %16-%18 ve %20-%40 oranında olduğu Somos tarafından bildirilmektedir (Somos, 1984). 

Biberde tadı oluşturan asıl yapı alkoloid bileşeni olan capsaicindir. Capsaicin (C18H27NO3) septada ve meyvenin plesantal dokusunda bulunurken meyve duvarında bulunmaz. Biber meyveleri karbonhidrat, organik asit, aromatik bileşikler ve renk pigmentleri içermekte ve bunların miktarı meyve olgunlaşması ile değişmektedir (Govindarajan, 1985; 1986). Biber ayrıca B1, B2, C vitamini ve birçok meyvede bulunmayan P vitamini içerir. Bünyesindeki karetonoid pigmentleri (alfa ve beta-karoten) havuçlar ile benzerlik göstermektedir. Bu pigmentler biberde sarı, yeşil ve kırmızı rengin oluşmasını sağlar. Adı geçen vitaminler yönünden oldukça zengin olan biber plesantasında capsaicinoidler yer alır. Karotenoidler meyveye kırmızı rengini verir. Biber bünyesinde yağ, pigmentler, resin, protein, selüloz, pentosa ve mineral madde bulundurur. Birçok Capsicum türü önemli miktarda B, C, E ve provitamin A (karoten) bulundurur. C vitamini bakımından oldukça zengin olan biber çeşitlere göre değişmekle beraber 340 mg/100 g kadar C vitamini bünyesinde bulundurabilir.



11 Şubat 2018 Pazar

ADAR2'nin ALS'yle ilişkisi ve gen terapisi

Gen terapisi, bir hastada arızalı olan genlerin yerine sağlıklı bir kopyasını yerleştirme işlemine dayanır. Sağlıklı genlerin varlığı, hastalığın yol açtığı hasarı iyileştirebilir veya tersine çevirebilir.

ALS-MNH hastalığının nedeni bilinmiyor. Ancak hastalık oluşturan mekanizmalar üzerinde çok fazla araştırmalar yapılmaktadır. Ailesel ALS hastalığında ilk keşfedilen gen mutasyonu (gende meydana gelen değisim, üreme hücrelerinde olursa yeni nesle de aktarılır) SOD1 mutasyonudur. Daha sonra, farklı genlerde, ailesel ALS hastalığına neden olduğu bilinen onlarca mutasyon bulunmuştur. 

Ailesel ALS, bütün ALS hastalarının %10 kadarında görülür. Bu tür ALS hastalığında genlerin hastalık oluşturma, ailesel geçiş türü genellikle bilinmektedir. Geri kalan %90 ALS hastalarında bilinen bir ailesel geçiş henüz gösterilemedi. Bu tür ALS hastalığına da sporadik ALS denmektedir. 

Son yıllarda yapılan genetik araştırmalarda, sporadik ALS hastalarında da bazı gen mutasyonları saptanmıştır. Ancak bu mutasyonların nasıl hastalık oluşturduğu bilinmemektedir. 

Gen tedavisinin ne olduğunu anlatabilmek için bazı temel biyoloji bilgilerini hatırlamak gerekiyor. 

DNA bir organizmanın oluşumuna ilişkin bilgileri taşır. DNA molekülleri, vücudumuzdaki her hücrede bulunurlar ve vücudumuzda bulunan tüm proteinlerin oluşumu ile ilgili kodlanmış bilgileri içerirler. DNA’daki bilginin, hücre için gerekli zamanda ve yerde protein sentezi sırasında kullanılmasına aracılık eden, DNA’dan aldığı bilgiyi hücrenin farklı bölgelerine taşıyan (örneğin sinir uçlarına) moleküle mesajcı RNA, yani kısacası mRNA denir. DNA’daki koddan çok farklı proteinler sentezlenebilmesi, alfabedeki farklı harflerin değişik kombinasyonlarla bir araya getirilip kelimeler oluşturulmasına benzer. DNA’daki protein kodunu oluşturan dört harf, yani bazlar A (Adenin), T (Timin), G (Guanin) ve C (Sitozin) dir. RNA’da bundan farklı olarak T yerine U (Urasil) vardır ve tek ipliklidir. Çift sarmal, yani iki iplikli olan DNA’nın her bir ipliğindeki bazlar yalnızca belirli bazlarla eşleştiği için, DNA kendisinin mükemmel bir kopyasını üretebilir. Böylece hücre bölünmesi esnasında DNA’nın her bir ipliğinden başka bir iplik daha sentezlenir ve sonuçta iki özdeş DNA molekülü ortaya çıkar. DNA’nın içerdiği bilgiler bu şekilde yeni oluşan hücreye kopya edilirken bir organizmanın nasıl oluşacağı hakkındaki bilgiler de nesilden nesile geçmiş olur.

Hücrelerimizde bulunan ADAR (Adenozin Deaminaz) isimli bir protein, RNA yapısındaki Adenozin’i (Adenin’e bir şeker molekülünün bağlanmasıyla oluşur) Inozin’e dönüştürür (1). Buna, RNA'da A’dan I’ye düzeltme (A-to-I RNA editing) denir. Bunu neden yapar ADAR? Amaç, proteinlerin yapıtaşları olan amino asitlerden birini başka bir amino asite çevirip aynı proteinden işlevi biraz daha farklı bir protein yapmaktır. Yani DNA'dan aldığı kodu taşıyan RNA'daki bu değişiklik işlevsel değişime yol açar. ADAR yeterli miktardaysa ve düzgün çalışıyorsa bu değişiklik iyi ve hücre için gereklidir. 

ADAR2 (RNA’ya etki eden Adenozin Deaminaz 2) özellikle sinir hücreleri için çok önemli olan ve hücre zarında bulunan reseptör AMPA’nın Ca2+ akışını düzenleyen alt ünitelerinden biri olan GluA2’nin RNA’sında değişiklik yaparak, sentezlenen proteinde glutamin (Q) amino asidi yerine arginin (R) geçmesine neden olur. AMPA, eğer arginin içeren GluA2 (GluA2R) içeriyorsa hücre içine Ca2+ geçirmez. Eğer AMPA GluA2 içermezse veya Glutamin içeren GluA2 (GluA2Q) içerirse Ca2+’a geçirgen hale gelir. Ca2+ hücreye gerekli bazı proteinleri aktive edip hücre için gerekli olsa da (örneğin iki sinir hücresi arasındaki bağlantının kuvvetlendirilmesi için gereklidir) girişi kontrol altında tutulmadığı zaman hücreye zarar da verebilir (2). Farklı bilimsel yayınlar, sporadik ALS hastalarının omuriliğinden alınan örneklerdeki motor nöronların çoğunda ADAR2 enziminin azalma gösterdiğini (3, 4) ve fazla miktarda Ca2+ akışına sebep olan, anormal seviyede GluA2Q, içerdiğini göstermiştir (5,6). ADAR2 enzimi motor nöronlarının yarısında üretilmeyecek şekilde tasarlanan fare modelinde (ADAR2 nakavt fare) GluA2Q miktarında artış olduğu ve buna bağlı olarak motor nöron ölümü görüldüğü bulunmuştur (7). ADAR2 eksikliği olan bu fare ALS'ye benzer semptomlar göstermektedir.

ADAR2’nin hastalarda normal seviyeye getirilmesini sağlamak, terapi yaklaşımlarından biridir. Günümüzde, sağlıklı bir geni canlı bir organizmaya vermenin en etkili yöntemlerinden biri, hastalığa yol açabilecek herhangi bir viral gen taşımayan bir virüsü araç (vektör) olarak kullanmaktır. Örneğin AAV9 (Adeno-ilişkili virüs serotip 9)’un en önemli özelliği, damar yoluyla verildiğinde hayvanlarda beyin-kan bariyerini aşabilmesi ve merkezi sinir sistemi hücrelerine ulaşabilmesidir (8). Motor nöronlara da ulaştığı gösterilmiştir (8, 9,10). 

Japonya’da Jichi Medical University Nöroloji bölümünde araştırmalarını sürdüren Dr. Shin-ichi Muramatsu gen tedavileri konusunda araştırma yapmaktadır. Yukarıda anlatılan ADAR2 enziminin hastalık oluşturma mekanizması üzerinde çalışmalara devam eden araştırmacı, gen tedavisi yöntemi ile bozuk mekanizmayı düzeltmeye çalışmaktadır. 2013'te çalışma arkadaşlarıyla yayınladığı makalede, yukarıda bahsi geçen, motor nöronlarının yarısında ADAR2 üretmeyen fareye, AAV9'u araç olarak kullanarak damar yoluyla ADAR2 genini vermiştir (10). Bu metot, farede motor nöronları ölümden korumayı başarmıştır (10).

Bir tedavi yöntemi veya ilacın insanda uygulanması için Faz çalışmalarını tamamlaması gerekiyor. Bu nedenle yukarıda söz edilen gen tedavisinin de insanlar üzerinde deneysel olarak tamamlanması gerekmektedir. Faz çalışmaları sonucunda FDA tarafından onaylanan tedaviler rutin tedavi yöntemi olarak tüm dünyada uygulanabilir. 

Faz çalışmalarının her aşaması ortalama 2 yıl sürmektedir. Bu süreçte çalışma kapsamına alınacak hasta sayısı, kriterleri, çalışma süresi çalışmayı yapacak merkez tarafından duyurulur. Bu tür çalışmalarda hasta sayısı genellikle düşük tutulur ve çalışmanın yapıldığı merkeze yakın olan, takibi kolay hastalar tercih edilir. 

ALS için geliştirilen gen tedavisinin ALS hastalarının ne kadarında etkili olacağı henüz bilinmiyor. Tedavi sonucunda kaybedilen fiziksel fonksiyonların geri dönüşünün mümkün olmadığı, hastalığın tedavi aşamasından sonra ilerlemesinin durdurulabileceği öngörülmektedir. 

Dr. Muramatsu ve ekibine başarılar dileriz. 

Temel biyoloji ve genetik konusunda değerli bilgilerini benimle paylaşan Güney Akbalık hocama teşekkür ederim. 

Kaynaklar:

1. Nishikura K. (2016). A‑to‑I editing of coding and non-coding RNAs by ADARs. Nat Rev Mol Cell Biol 17, 83-96.
2. Wright A. and Vissel B. (2012). The essential role of AMPA receptor GluA2 subunit RNA editing in the normal and diseased brain. Front Mol Neurosci 5, 1-13.
3. Hideyama T., Yamashita T., Aizawa H., Tsuji S., Kakita A., Takahashi H., Kwak S. (2012). Profound downregulation of the RNA editing enzyme ADAR2 in ALS spinal motor neurons. Neurobiol Dis 45, 1121-1128
4. Aizawa H., Sawada J., Hideyama T., Yamashita T., Katayama T., Hasebe N., Kimura
T., Yahara O., Kwak S. (2010) TDP-43 pathology in sporadic ALS occurs in motor neurons lacking the RNA editing enzyme ADAR2. Acta Neuropathol 120, 75-84.
5. Kawahara Y., Ito K., Sun H., Aizawa H., Kanazawa I., Kwak S. (2004). Glutamate receptors: RNA editing and death of motor neurons. Nature 427, 801.
6. Kwak S, Kawahara Y (2005) Deficient RNA editing of GluR2 and neuronal death in amyotropic lateral sclerosis. J Mol Med 83, 110-120.
7. Hideyama T., Yamashita T., Suzuki T., Tsuji S., Higuchi M., Seeburg PH., Takahashi
R., Misawa H., Kwak S. (2010). Induced loss of ADAR2 engenders slow death of motor neurons from Q/R site-unedited GluR2. J Neurosci 30, 11917-11925.
8. Foust K.D., Nurre E., Montgomery C.L., Hernandez A., Chan C.M., Kaspar B.K. (2009). Intravascular AAV9 preferentially targets neonatal neurons and adult astrocytes. Nature Biotechnol 27(1):59-65.
9. Federici T., Taub, J.S., Baum, G.R., Gray, S.J., Grieger, J.C., Matthews K.A., Handy C.R., Passini M.A., Samulski, R.J., Boulis, N.M. (2012). Robust spinal motor neuron transduction following intrathecal delivery of AAV9 in pigs. Gene Ther 19, 852-859.
10. Yamashita T., Chai H.L., Teramoto S., Tsuji S., Shimazaki K., Muramatsu S., Kwak S. (2013). Rescue of amyotrophic lateral sclerosis phenotype in a mouse model by intravenous AAV9‐ADAR2 delivery to motor neurons. EMBO Mol Med 5, 1710–1719.

10 Şubat 2018 Cumartesi

Edaravone (Radicut, Radicava) hakkında en çok sorulan sorular:


1- Yürüyemiyorum, 6 aylık tedavi sonucunda tekrar yürüyecek miyim
Hayır
2- Konuşamıyorum, 6 aylık tedavi sonucunda tekrar konuşacak mıyım?
Hayır
3- Yutamıyorum, 6 aylık tedavi sonucunda tekrar yutabilecek miyim?
Hayır
4- Trakeostomi var, 6 aylık tedavi sonucunda kendim nefes alacak mıyım?
Hayır
5- İlacı kullananlar seğirmelerim azaldı diyor. Bu iyileşme belirtisi mi?
Hayır
6- İlacı kullanan ile kullanmayanlar arasında nasıl bir fark var?
Tedavi sonucunda hastalarda kas gücünde artma gibi kısa sürede hissedilen bir iyileşme veya duraklama beklenmiyor. Hastalığın gidişatını yavaşlatması bekleniyor. Çalışma sonuçları daha uzun süreli tedavinin ne kadar etkili olacağına dair bilgi vermiyor.
7- İlaç bütün ALS hastalarında iddia edildiği kadar etkili mi?
Bunu henüz bilmiyoruz.
Edaravone sadece serbest radikaller teorisi üzerine geliştirilmiş bir ilaçtır. Hangi hastada hangi mekanizma ile hastalık oluştuğunu henüz bilmiyoruz. Bu nedenle hangi hastada etkili olup olmayacağını önceden bilmek mümkün değil.

Edaravone Nasıl FDA onayı aldı? 
Ekim 2017 de FDA tarafından henüz FazIII aşamasında vicdani kullanım amacıyla onaylandı. Bugüne kadar tartışmalar devam ediyor. Amerika’da Sigorta karşılıyor, ilacı kullananlardan henüz yeni bir bilimsel çalışma sonucu duyurulmadı. Ancak Patientslikeme sitesinden edindiğim izlenimlere göre henüz gözle görünür bir iyilik veya sıradışı bir gelişme yok.
Yine de umut dünyası… Grubumuzdaki yaklaşık 4000 üyeden 1 hastamız iyileşecek olsaydı neler vermezdik …

Edaravone hakkında 
Radicut, Radicava (etken maddesi Edavarone)
Japonya’da 137 hastada yapılan çalışmada aşağıdaki ölçütlere uyan bazı ALS hastalarında Edaravone ilacının hastalığı yavaşlattığı iddia ediliyor.
Hastaların araştırmaya alınma kriterleri, hastalığın en fazla 24 ay olması, solunumun %80 üzerinde olması, yürüyor olması, kendi ihtiyaçlarını karşılıyor olması ve Rilutek kullanıyor olması.
Yavaşlamak derken ilacın etkinliği ALSFRS-R skoru ile takip edildiğinde Rilutek dışında hiç ilaç kullanmayan hastalara göre Edaravone kullanan hastaların ortalama 6 ayda, 2,49 puan daha yavaş ilerlediği iddia ediliyor.
Bunun pratikte anlamı: Tedavi sonucunda hastalarda kas gücünde artma gibi kısa sürede hissedilen bir iyileşme veya duraklama beklenmiyor. Hastalığın gidişatını yavaşlatması bekleniyor. Çalışma sonuçları daha uzun süreli tedavinin ne kadar etkili olacağına dair bilgi vermiyor.
Radicava (Edaravone) Nedir?
Edaravone güçlü bir serbest radikal giderici moleküldür. Serbest radikaller, genellikle bir elektronunu kaybetmiş bir oksijen atomu içeren moleküllerdir. Bu durum onları kararsız (reaktif) bir hale getirir. Komşu moleküllerin elektronlarına hırslı bir şekilde göz dikmeye başlarlar. Serbest radikaller hücre içinde sağlıklı hücre döngüsünü bozar. Serbest radikaller, sadece ALS hastalığında değil yaşlanma, Alzheimer, Parkinson, kanser gibi hastalıkların oluşmasında rol oynayan etkenlerden biridir.
ALS hastalığının tek nedeni serbest radikaller mi?
Hayır. ALS hastalığının kesin nedeni henüz bilinmiyor. Pek çok hasalık oluşturucu nedenlerin rol oynadığı düşünülüyor. Bunlardan en çok bilinenleri, Glutamat eksitotoksisitesi, Serbest radikal birikmesidir. Ancak bunların dışında pek çok mekanizma olduğu biliniyor. İlaç geliştirme çalışmalarında her geçen gün yeni hedefler ortaya çıkıyor.
Edaravone tüm ALS hastalarında etkili olabilir mi?
Bunu henüz bilmiyoruz. Edaravone sadece serbest radikaller teorisi üzerine geliştirilmiş bir ilaçtır. Hangi hastada hangi mekanizma ile hastalık oluştuğunu henüz bilmiyoruz. Bu nedenle hangi hastada etkili olup olmayacağını önceden bilmek mümkün değil.
Benzetme yapacak olursak örneğin Rilutek ilacı da sadece Glutamat eksitotoksisitesi teorisi üzerine geliştirilmiştir. Pek çok hasta Rilutek ilacı kullanıyor. Etkili olup olmadığı konusunda herkesin kendi deneyimleri vardır.
İlaç Türkiye’de neden bulunmuyor?
Edaravone (Radicava) hakkında sağlık bakanlığı açıklaması
BİMER başvurunuz incelenmiştir. Hastalarımızın tedavisi müdavi hekimleri tarafından belirlenmektedir. Gerek yurt içi gerek yurt dışı tedavi seçenekleri yine hekimler tarafından değerlendirilmektedir. Hekiminiz tarafından yurt içi tedavi seçeneklerinin tüketilmiş olduğu düşünülüyor ve yurt dışında bulunan bir ilaç tedavide gerekli görülüyorsa; "FDA/EMA veya PIC-S üyesi ülkelerde ruhsatlı ve piyasada bulunan ilaçlar için ilacın piyasa adı ve etken maddesi belirtilerek doktorunuz tarafından Kurumumuza Yurt Dışı İlaç Kullanım başvurusunda bulunulması gerekmektedir.
Endikasyon Dışı ve/veya Yurt Dışı İlaç Kullanım Başvurularınızı “Ruhsatsız ve Endikasyon Dışı İlaç Yönetim Sistemi (REİYS)” web uygulaması adresi “https://reiys.saglik.gov.tr” üzerinden elektronik ortamda yapabilirsiniz. Başvuru için gerekli bilgilerin yer aldığı kılavuzumuz ilgili web adresinde bulunmaktadır.
İlaç eczacılık kurumu ilacı nasıl getiriyor?
Uzman doktor internetten hastası için ilaç isteğinde bulunuyor. Kurum ilacın parasını hastadan peşin istiyor. 6 aylık tedavi için 48000 tl civarında para istediklerini öğrendik. Yani sgk kapsamında değil.
Bu ne demektir?
Siz en iyisi başınızın çaresine bakın demektir.

İlacı hiçbir tedavi beklentim olmasa da denemek istiyorum nasıl temin ederim?
1- Japonya’ya gidebilirsiniz. (Yoshino Clinic)
2- İlacı Japonya’da yaşayan bir tanıdık aracılığı ile getirtebilirsiniz. Doktor raporu ve reçetesi olmadan Japonya’da ilaç satılmıyor. (6 aylık ilaç fiyatı 12-15 bin Tl)
Tedavi ne kadar sürüyor?
En az 6 ay, 124 kutu ilaç almak gerekiyor.
Türkiye’de ilaç nasıl uygulanıyor?
Doktor reçetesi olmadan ilacı damar yoluyla uygulamak kanunlara aykırı. Reçetesiz tedavi sırasında oluşacak yan etkilerden ilacı uygulayacak olan kimse sorumlu olur.